Blog

Frankfurt Okulu: Toplum, Felsefe ve Düşünce Tarihi

Frankfurt Okulu’nun Araştırmaya Dayalı Yapısı: Eğitimden Felsefeye Geçiş

Frankfurt Okulu” olarak bilinen düşünce akımı, bir anlamda hem bir düşünce geleneğini ifade eder hem de eğitim ve öğretim kurumunu temsil eder. Bu okul, çağımızın önemli düşünce akımlarından biri olmasının yanı sıra kurumsal bir yapıya da sahiptir. “Okul” kelimesi genellikle eğitim kurumlarını ifade etse de, burada aynı zamanda bir düşünce akımı ve geleneğinden de bahsediliyor.

Frankfurt Okulu, 1923 yılında Frankfurt Üniversitesi‘ne bağlı olarak “Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü” adıyla kuruldu. Bu Enstitü, sol radikal çevrelerin akademik bir yapılanma çabalarının bir sonucuydu. Felix Weil, bu Enstitü’nün kurucusu olarak kabul edilirken, ilk müdür ise Carl Grünberg oldu. Bu kurumda yer alan isimler arasında George Lukacs, Karl Korsch, Friedrich Pollock ve Karl August Wittfogel gibi önemli düşünürler bulunuyordu.

Bu okul, eğitim ağırlıklı olmaktan ziyade araştırmaya dayalı bir yapıya sahipti. Marksizm ve toplumsal konular üzerine yoğunlaşan bu düşünce geleneği, kurumsal bir çerçevede etkili olmuş ve felsefe ile bilim alanlarında önemli bir yer edinmiştir.

Frankfurt Okulu’nda Etki Sağlayan Önde Gelen Düşünürler ve Katkıları

  • Karl August Wittfogel: 1896’da doğmuştur. Alman Komünist Partisi üyeliği 1920’lerde başlamıştır. Ana odaklandığı alan “Asya tipi üretim tarzı”dır. En önemli çalışması olan “Çin’de Ekonomi ve Toplum” 1931’de Enstitü’nün yardımıyla yayımlanmıştır. Wittfogel, “Hidrolik Toplum” veya “Oryantal Despotizm” gibi kavramları ilk kez ortaya atmıştır. Çekirdek kadro dışında olması, pozitivist bir tavırla eleştirilmiştir.
    Karl August Wittfogel Frankfurt Okulu School
  • Franz Borkenau: (1900-1957). 1921’den 1929’a kadar Alman Komünist Partisi üyesidir. Enstitü ile ilişkili olduğu dönemde kapitalizmin ideolojik değişimleriyle ilgilenmiştir. En önemli eseri “Feodal Dünya Görüşünden Kapitalist Dünya Görüşüne” adıyla 1934’te yayımlanmıştır. Okulun dış çevresinden bir üyedir.
  • Henryk Grossmann: (1881-1950). Dış çevreden bir üyedir. Odaklandığı alan ekonomi tarihidir. En önemli eseri “Birikim Yasası ve Kapitalist Sistemde Çöküş” (1929) adlı çalışmasıdır.
  • Friedrich Pollock: (1895-1970). Okulun çekirdek kadrosundandır. Enstitü’nün kurumsal yapısında Horkheimer’dan sonra en etkili üyedir. Özellikle ekonomi alanında çalışmıştır. En önemli eseri “Sovyetler Birliği’nde Ekonomik Planlama Denemeleri” (1929)dir.
  • Leo Löwenthal: (1900-1993). Çekirdek kadrodan olan Löwenthal, 1930’da Enstitü’ye tam üye olmuştur. Edebiyat sosyolojisi ve popüler kültür üzerine çalışmış, okulun ekonomi ve tarihten uzaklaşarak kültür, estetik ve psikanalize yönlenmesinde rol oynamıştır.
  • Max Horkheimer: (1895-1973). Frankfurt Okulu’nun düşünsel önderidir. 1930’da Enstitü’nün müdürü olmuştur. Ana çalışma alanı felsefedir.
  • Theodor W. Adorno: (1903-1969). 1930’lardan itibaren Enstitü ile ilişkilidir ve okulun en önemli düşünürlerindendir. Felsefe, sosyoloji, estetik, müzik, edebiyat gibi alanlarda eserler vermiştir. Disiplinler arası yaklaşımıyla dikkat çeker.
  • Herbert Marcuse: (1898-1979). Okulun en tanınmış üyelerindendir. 1932’den itibaren okula üyedir. ABD’de kalmış ve farklı alanlarda eserler üretmiştir.
  • Eric Fromm: (1900-1980). Okulun psikanaliz alanındaki tek üyesidir. Marksizmi psikanalizle birleştirmiş, sonraları sosyal psikolojiye yönelmiş ve Enstitü üyeliğini sonlandırmıştır.
  • Walter Benjamin: (1892-1940). Frankfurt Okulu üyesi olmamıştır ancak Adorno ile düşünsel etkileşimiyle okula önemli katkılarda bulunmuştur. Estetik ve edebiyat eleştirisi alanında çalışmıştır.
  • Otto Kirchheimer: Frankfurt Okulu’na 1930’ların ikinci yarısında ABD’de katılmıştır. Hukuk sosyolojisi üzerine çalışmış ve Nazizm üzerine önemli çalışmalar yapmıştır.
  • Franz Neumann: (1900-1954). Siyaset bilimcidir. Okula sonradan ABD’de katılmıştır. “Nasyonal Sosyalizmin Yapısı ve Pratiği” adlı çalışması önemlidir.

Bu kişilerin hemen hemen tamamı Yahudi kökenlidir. Çekirdek kadroyu oluşturanlar Horkheimer, Pollock, Löwenthal, Adorno ve Marcuse’dir. Frankfurt Okulu‘nun en belirleyici düşünürleri Horkheimer, Adorno ve Marcuse’dir. Bu çalışma, özellikle bu üç düşünürün yaklaşımlarına odaklanmaktadır.

Frankfurt Okulu: Oluşumu ve Değişim Süreci

Enstitü’nün kuruluşu, Rusya’da Bolşevik devriminin zaferi ve özellikle Almanya’da yaşanan Avrupa Devrimleri’nin yenilgisiyle şekillenmiştir. Bu dönemde, sol kanat entelektüeller arasında, Marksist kuramı canlandırma arzusu ve kuram ile pratiği bağdaştırma gerekliliği belirgin hale gelmiştir. Enstitü, kapitalist toplumların gelişimine odaklanırken, Marksist kuramı felsefi ve Hegelci bir bakış açısıyla yeniden yorumlayarak, Sovyetler Birliği’nde devlet ve toplumun eleştirel bir değerlendirmesini yapmış ve “Batı Marksizmi” olarak bilinen geniş bir düşünce hareketinin içinde yer almıştır.

Frankfurt Okulu düşünürleri, bazıları doğrudan siyasi bağlantılara sahip olmalarına rağmen, kuramsal çalışmalarda özgün ve bağımsız bir yaklaşım sergileme ihtiyacını önemsemişlerdir. Bu göreceli bağımsızlık, okulun kuramsal çalışmalarındaki başarısında etkili olmuştur.

Enstitü’nün ilk müdürü olan Grünberg, 1929’da sağlık sorunları nedeniyle ayrılmıştır. Horkheimer, müdür olduktan sonra okulun temel yaklaşımlarında önemli değişimlere öncülük etmiştir. Okul, ekonomiden ziyade felsefi ve kültürel konulara odaklanmıştır. Horkheimer’ın yönetimi altında Pollock, Löwenthal, Adorno ve Marcuse gibi isimlerin etkisi artmıştır.

Nazilerin iktidara gelmesiyle okul için zorlu bir dönem başlamış, üyeler Almanya’yı terk etmek zorunda kalmıştır. Hitler’in Enstitü’yü “devlete karşı eğilimler taşıdığı” gerekçesiyle kapatmasıyla Horkheimer, üniversiteden atılan ilk profesör olmuştur. 1935’te, Columbia Üniversitesi’nden gelen bir davetle Enstitü üyeleri ABD’ye yerleşmiş ve Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü, New York’ta yeniden kurulmuştur. Okul, 1950’ye kadar ABD’de faaliyet göstermiştir.

Horkheimer ve Adorno, Batı Alman hükümetinin daveti üzerine Almanya’ya dönerek Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nü Frankfurt’ta yeniden açmışlardır. Marcuse ve Löwenthal ise ABD’de kalarak Almanya’ya dönmemiştir.

Enstitü’nün tarihini dört dönemde ele alan Bottomore’a göre, ilk dönem olan 1923 ile 1933 arasında Enstitü çalışmaları, ampirik ve toplumsal bir bilim olarak Marksizmi ortaya koymuş, somut dünya üzerinden hareket etmiştir. Wittfogel’in “Çin’de Ekonomi ve Toplum”, Grossman’ın “Birikim Yasası ve Kapitalist Sistemde Çöküş”, Pollock’un “Sovyetler Birliği’nde Ekonomik Planlama Denemeleri” gibi eserler bu dönemde üretilmiştir.

Frankfurt Okulu’nun Evrimi ve Etkisi

Enstitü’nün ikinci dönemi, 1933 ile 1950 arasındaki sürgün dönemidir. Bu dönem, Yeni-Hegelci eleştirel kuramın temel fikirlerinin Enstitü çalışmalarında öne çıktığı ve felsefenin ekonomiye kıyasla daha ağırlıklı olduğu bir zamandır. Bu dönemde, Adorno’nun 1931’de, Marcuse’nin de 1938’de üye olmalarıyla birlikte Enstitü’nün düşünsel bakış açısında belirgin bir değişim gözlendi. Enstitü aynı zamanda psikanalize olan ilgisini artırdı ve bu ilgi, sonraki çalışmalarda önemli bir unsura dönüştü.

1950’de Enstitü’nün Frankfurt’a dönmesiyle, eleştirel kuramın ana fikirleri birçok temel eserde açıkça ortaya kondu ve “Frankfurt Okulu” Alman toplumsal düşüncesinde önemli bir rol oynamaya başladı. Yeni Sol’un ortaya çıkması ve Marcuse gibi üyelerinin ABD’de kalmalarıyla bu etki, Avrupa ve ABD’de yayılmaya başladı. Bu dönem, Frankfurt Okulu’nun düşünsel ve siyasal anlamda en etkili olduğu ve 1960’ların sonlarında radikal öğrenci hareketinin yükselişiyle doruğa ulaştığı bir zamandır.

1970’lerden itibaren Enstitü’nün dördüncü dönemi başladı ve Frankfurt Okulu’nun etkisi giderek azalmaya başladı. Horkheimer’ın 1973, Adorno’nun 1969 ve Marcuse’ün 1979’daki ölümleriyle birlikte okul, varlığını yitirmeye başladı. Bu dönemde, Marksizmden uzaklaşmalarına rağmen, okulun bazı temel kavramları birçok sosyal bilimcinin çalışmalarına yön vermiş, toplumsal bilginin şartlarını eleştirel bir şekilde değerlendiren Jürgen Habermas gibi düşünürlerce geliştirilmiştir.

Bu çalışma, Frankfurt Okulu’nun ikinci ve üçüncü dönemlerine odaklanmaktadır. Çünkü bu dönemlerde okulun temel düşünürleri eserlerini ortaya koymuşlardır. İlk dönemde bu düşünürlerin etkisi çok belirgin değildi ve son dönemde ise artık yaşamıyorlardı. Bu son dönemin önde gelen düşünürü, okulun ikinci kuşak filozoflarından olan ve Adorno’nun asistanı olarak görev yapmış Jürgen Habermas’tır. Diğer önemli figürler ise Alfred Schmidt, Oscar Negt ve Alfred Wellmer’dir.

Frankfurt Okulu’nun Metodu ve Dil Üzerine Duruşu

Frankfurt Okulu’nun belirgin bir özelliği, disiplinlerüstü bir yaklaşım sergilemesidir. Özellikle Horkheimer, Adorno ve Marcuse gibi üyeler, farklı alanlarda düşünce üretmiş ve bu çeşitlilik içinde bütünlük korumuşlardır. Genel olarak, bazı üyeler belirli alanlara yoğunlaşsa da, Okul’un genel düşünce çizgisinde bu bütünlük hep korunmuştur. “Eleştirel kuram” adlandırması da bu bütünlüğü ifade etmektedir. Eleştirel kuram, tüm disiplinlerden yararlanarak genel bir toplumsal felsefe ve kuram oluşturma çabasıdır. Frankfurt Okulu’nun bu disiplinlerüstü duruşu, modern toplumun dayattığı dar uzmanlığa ve işbölümüne ciddi bir eleştiri içermektedir.

Okulun, özellikle Adorno’nun yazılarında en belirgin özelliği ise dil konusundaki tavrıdır. Frankfurt Okulu’nun ürünlerinin genellikle okunması zor ve zaman zaman anlaşılmaz olduğu ileri sürülür. Marcuse, bu durumu şu şekilde açıklar: “Bu, olağan dilin ve düzyazının dahi toplum yapısı tarafından denetlenmesinin bir sonucudur; bu denetimi kırabilmek için kullanılan dilde alışılmıştan farklı bir ifade biçimi gerekmektedir.” Topluma meydan okumak, diline meydan okumayı içerir. Bu tavrın en belirgin örneği Adorno’dur. Adorno, doğallıktan ve kolaylıktan kaçınmıştır. Yazıları, soğuk bir taş gibi sert yüzeylere ve gergin dengeye sahiptir.

Adorno’nun yazılarında “ben” gibi kişisel ifadeler bulunmaz. Çünkü o, düşünceyi yazarın kişisel psikolojisine indirgeyen anlatıma karşı çıkmıştır. Yazısında geçiş cümlelerine de pek rastlanmaz. Tüm bunların amacı, nesnenin kendi mantığını izlemesini sağlamaktır; yazarın öznel müdahalesini en aza indirerek nesneyi korumaktır.

Adorno’nun metinlerinde “düz-gelişme-sonuç” gibi yapılar yoktur. Onun yazısı, merkezsizdir; her noktası merkeze eşit uzaklıktadır. Bu nedenle, her cümlenin anlaşılması için metnin bütünlüğüne bakılması gerekmektedir.

Adorno’nun yazıları, hata ile başlar ve zamanla doğruya dönüşür. Bu içkin eleştiri, hataların kendi yanlışlığını görmesini sağlar ve doğruya yönlendirir. Aydınlanmanın kendisi mitlerden beslenir, ancak bu aydınlanma mitlere dönüşme tehlikesi taşır. Bütün bilgi, kötü bir düşten uyanmaya benzer.

Bu metin, Frankfurt Okulu’nun disiplinlerüstü metodunu ve dil üzerine duruşunu vurgulamaktadır.


Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi hakkında bilgi edinmek isterseniz yazımıza göz atın.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu